Çok hassas bir çizgide, sokağın yaşadığı ekonomik sıkıntılarla eşzamanlı, bir kesimin lüks yaşam ve tüketim ölçütlerini sosyal medyada pervasız bir şekilde ifşa etmelerinin tüm sosyal dokuyu yaraladığını ve tam da Türkiye’nin en zor dönemden geçtiği bir sırada, bunun sokakta nasıl yankı bulduğunu tespit etmek zorundayız!

SOKAKTA hissedilen ekonomik sorunlar, sosyal medya kanalıyla manipüle edilme riskini fazlasıyla barındırıyor.

Bu riskin oluşumunda, yüksek gelirli kesimin davranış biçimleri, birtakım mâkâm ve mevki sahiplerinin sosyal medya vâsıtasıyla insanlar üzerinde kurdukları antipati ve de bunlara nispeten düşük gelirlilerin gösterdikleri tepki etkin…

En önemlisi de, bu gerçekliklerin çarpanlarıyla birlikte, Türkiye’de sosyal medyada oluşturulmak istenen “Ülke elden gidiyor, krizler oluyor, işletmeler batıyor” algısına bilerek veya bilmeyerek hizmet ediliyor. Kapitalizmin değişen dünyaya ve dijitalleşmenin getirdiği yeni tüketici davranışlarına adaptasyon sürecinde dikkatleri başka yere çekme mücadelesinin tüm dünyada hükûmetler üzerinde oluşturduğu baskıyı tam da bu çerçevede inceleyebiliriz işte!

***

Kapitalizm, her yüzyılda bir kılık değiştiren ve konjonktüre göre yeniden yapılandırılan bir bünyede…

18’inci yüzyıl sonlarına doğru başlayan teknolojik ilerleme ile 1980’lere gelene kadar mal ve hizmet üretimine dayalı ekonomik büyüme, gelişmiş ülkelerde biriken sermayenin temelini oluşturmaktadır.

Ancak bu sermaye, son 40 yılda birikimini sadece mal ve hizmet üretimi üzerinden değil, finansal sistem üzerinden de arttırmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde biriken tasarruflar, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere borç olarak verilmiş ve sözde bu ülkelerin kalkınma süreçleri desteklenmiştir.

Bugün uluslararası sermayeden borç alıp da gelişmiş bir ülke örneği yoktur.

Liberalizm, tartışmasız bir şekilde ilkelerini tüm dünyaya dikte etmiştir. Kuzeyden güneye, batıdan doğuya akan para, nihâî olarak yine Batılı ülkeleri zengin etmiştir.

Ancak bu ilişki, 2008 sonrası sorgulanmaya başlamış ve liberalizmin, mevcût yapısı ile sürdürülemez bir sürece girdiği görülmüştür. Bunun nedeni, en başta dijital çağın getirmiş olduğu yeni “toplumsalcılık” anlayışıdır.

Bu yeni kavramın doğuşu, bireyci toplumların bireysel davranış biçimlerini sosyal medya üzerinden toplu hâle getirerek küresel şirketlere meydan okuması ve şirketlerin davranışlarına etki eder hâle gelmesinden kaynaklanmıştır.

Havayı çok kirletiyor diye herhangi bir araba markasına tepki yükseltmek ve bu tepkiyi sosyal medya aracılığı ile toplumsallaştırmak, bu duruma güzel bir örnektir.

Yahut Uzakdoğu’da çocuk işçi çalıştırıyor diye bir ayakkabı markasına tepki yükselterek sosyal medyada bir anda boykot başlatmak da bunun gibidir.

Artık şirketler, bu yeni nesil tüketici tipine kendilerini hazırlamak zorundadırlar.

***

Dünya, artık 20’nci yüzyıl şartlarını barındırmıyor!

Dolayısıyla liberalizm de kendisini dönüştürmek ve güncellemek için yeni bir dünya düzeni inşâ etmek istiyor. Ve bu 21’inci yüzyıl tüketici tipinin sosyal medya aracılığı ile tepki yükseltme ve boykot yeteneğini, kendisine yönelik bir tehdit olarak algılıyor.

Küresel şirketler için bu yeni nesil müşterinin dikkatini dağıtmak gerekiyor.

Dünyada hızla gelişen sosyal medya örgütlenmesinde en etkili kitle, doğrudan bireylerin davranış biçimlerinin toplumsallaşmasıdır. Bunun iki yönü var: İyi ve kötü…

İyi yanı, örneğin hava kirliliği, hayvanlara işkence, taciz, kurumlarda yaşanan adaletsizlikler, faydalı bilgilerin yayılması, politika, siyaset ve ekonomi hakkında kesintisiz bilgi akışı gibi birçok yönüyle yazılı medyanın yerini alması…

Kötü yanı ise, bunun bir silah olarak sermaye sahipleri tarafından manipülasyon ve algı oluşturma aracı olarak da kullanılabilmesi…

Bugün, yanlış bir bilgi veya abartılı bir tepkiyi bile hızlı bir şekilde kitlesel hareketlere dönüştürebilecek bir potansiyele sahip olması, sosyal medyayı küresel sermayenin “peçeleme aracı” olarak tercih edilmesine yol açabiliyor.

Bugün Irak, İran ve Hong Kong’da yaşanan sokak hareketlerinin ve daha dünyanın birçok bölgesinde yaşanan kitlesel aksiyonun kıvılcımları burada çakılıyor.

Çin’de ortaya çıkan Coronavirüs hızla dünyaya yayılırken, ondan daha hızlı yayılan virüs ise, hakkındaki muazzam bilgi kirliliğidir!

Bunun ilk sonuçlarından biri de, Çin ekonomisinde yaşanan kısa vadeli dalgalanmalardır. Yani sosyal medya ve PR, sizin yüklendiğiniz konuyu ne kadar abarttığınızla ilgili bir süreçtir.

***

Liberalizm; yeni nesil silah sosyal medya üzerinden bireylerin ekonomik sorunlarını tek tipleştirme ve ekonomik taleplerin hükûmetleri zorlayacak bir sürece girmesine neden olacak bir ortamın hazırlaması meselesine odaklanmıştır.

Bu çerçevede, Türkiye’de malzeme toplayan sosyal medya tetikçilerine imkân vermemek, sosyal medyada paylaşılan lüks yaşantıların, zenginliğin ve şatafat tutkusunun tam da emperyalist odaklara hizmet edici bir etkisinin olduğunu görmek gerekiyor.

Çok hassas bir çizgide, sokağın yaşadığı ekonomik sıkıntılarla eşzamanlı, bir kesimin lüks yaşam ve tüketim ölçütlerini sosyal medyada pervasız bir şekilde ifşa etmelerinin tüm sosyal dokuyu yaraladığını ve tam da Türkiye’nin en zor dönemden geçtiği bir sırada, bunun sokakta nasıl yankı bulduğunu tespit etmek zorundayız!

Bir tarafta çeşitli nedenlerle aile faciaları yaşanırken, diğer tarafta lüks yaşantısını sosyal medyadan paylaşan insanlar, sadece ülkemizde değil, tüm dünyada büyük uçurum ve ayrılıkların yaşanıyor olduğuna dair bir algı meydana getirmektedirler.

Peki, gerçek böyle midir?

Bu iki uç fotoğraf, tam da emperyalizmin istediği iç karışıklığı çıkaracak bir potansiyeli inşâ ediyor.

***

Bugün Irak örneğine baktığımızda, halkın ekonomik taleplerine uzun süre kulak tıkayan bir hükûmetin aynı halkın tepkisi ile geldiği nokta noktada…

Sorun şu ki, halkınızın sorunlarına çözüm üretme noktasında yavaş kalır ve yetkilileriniz yapmaları gereken işlerin dışında başka şeylerle uğraşarak halkın taleplerini geciktirirlerse, tepki gecikmez!

Hattâ her tepki, bir akıl tarafından mobilize edilir.

Bu anlamda emperyalizm, sosyal medya silahını çeker ve tüm zıtlıkları, yan yana gelmeyecek görüntüleri yan yana getirerek ortaya saçar.

***

Türkiye son 20 yılda muazzam şeyler yaşadı…

Ekonomik kalkınmada, teknolojik üretimde, gelir seviyesinde, ihracatta, diplomaside, jeopolitikte, siyâsî anlamda, sosyal hizmetler noktasında ve altyapıda…

Bu süreçte terör, Suriye meselesi, FETÖ ve PKK gibi çok büyük sorunla da mücadele etti.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, sadece Türk siyâsî tarihinde değil, dünya siyaset tarihinde de dominant karakterlerden biri oldu.

Türkiye’nin kalkınmasında ve vesâyetlerden arınmasında inanılmaz bir mücadele azminin ve olağanüstü bir inancın vücûda gelmiş hâli oldu âdeta...

Batılı ülkelerin tüm gücü ile ekonomik, siyâsî ve askerî sahada hücûm ettiği bir dönemde halkı ile tek yumruk olup bu hücûmların karşılarında durdu. Bütün bu süreçte her türlü terörist saldırıyı milleti ile birlikte püskürttü.

Bununla beraber Türkiye, yanı başında Esad yönetiminin kanlı diktatörlüğüne karşı Suriye halkının yanında yerini aldı. Doğu Akdeniz’de kendisini 100 yıllık bir plânın dışına iterek by-pass etmeye kalkışan Mısır, İsrail ve Yunanistan üçlüsünü dumura uğrattı.

Elbette bütün bu mücadelesinin en büyük destekçisi, milletimiz!

Bugün Türkiye, 20 yıl öncesinin Türkiye’si ile kıyaslanamaz. ABD, Rusya ve AB, Türkiye olmadan Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Balkanlarda masa kuramıyor, kuramaz.

Gelinen bu nokta, bu yüzden çok kıymetli ve hassastır!

Türkiye bugün, ordusu ve milleti ile bölgenin caydırıcı ve proaktif tek gücüdür! Batı, artık Türkiye ile mücadele etmenin yollarını tek tek kaybetmektedir.

Fakat…

Onlar, Bizans’tan kalma bir entrika politiği mîrasına sahipler. Devlet-i Âli döneminde ordumuzun karşısına çıkamayıp iç karışıklık çıkarma şeklinde uyguladıkları tuzaklar bugün de devam ediyor.

Son 20 yılda bunu çok defa gerçekleştirdiler.

Arkasında milletimizin yer almadığı hiçbir plânları tutmadı ve bu millet, o tuzakları kendilerine çevirdi.

Gezi Parkı Olayları ince bir işçilik ve büyük beklentilerle organize edilmişti. “Diktatör” parolası ile yola çıktılar ve işi sonunda Türkiye’nin büyük projelerden vazgeçmesi gerektiği şantajına dayandırdılar.

Tamamen dışarıda tezgâhlanan ve içeride şirinleştirilen bir Truva atı plânı söz konusuydu...

Ancak bu organizasyonun arkasında halk yoktu!

İşte bu gerçeği, sermaye ve küresel medya anladı. Bu noktada kendilerine sordukları kritik soru şu: “Halkın sandığa yönelik davranışlarınızı yeterince izlersek sokağa gerek kalmadan bu işi bitirebilir miyiz?”

***

Bu soruyu, sürekli danıştığı karanlık üst akla danışarak cevapladılar ve Türkiye çerçevesinde “AK Parti’yi nasıl bitirir, nasıl Erdoğan’sız bir Türkiye yolu açabiliriz?” programına yöneldiler.

Bu programın izahını da bir sonraki makalemizde yapalım…

Selâm ve duâ ile…