Batı Uygarlığının, sözde insan ve toplum tezi çökmüştür. Kendi içinde kırılan Batı’nın bir kanadı; insanlığa cinsiyetsizliği dayatırken aile yok etmek, bireyselliği ve vatansızlığı teşvik ederek devletsiz gelecek projesini genişletme peşindedir.
Nihai hedef öncelikli olarak insan neslinin azaltılmasıdır. Daha sonra ise sentetik insan nesli üzerinden kendi ebedi egemenliklerini kurgulamaktır. Tekno-hümanizm insan iradesini yüceltirken, bu irade üzerinden yarı insan yarı robot (cyborg) çağının dinsel ritüellerinden, yönetimsel erklerine kadar tüm aşamaları hem laboratuvar ortamlarında, hem de toplumsal alanda kurgulanmaktadır.
Bu kurgulamalardan biri olan cinsiyetsizleştirme projesi Batı’dan başlayarak dünyanın geri kalanına hızla yaygınlaştırılıyor. Batı’yı teslim almış olan bu akıl şimdi de Doğu’yu teslim alma aşamasına gelmiştir. Kendisini bu akla karşı korumaya alan ülkeler bu aklın projelerini derhal yasaklamakta, propaganda kanallarını ülke sınırlarına sokmamaktadır.
İstanbul Sözleşmesi, bu aklın Cedaw Sözleşmesi'ndeki kadın erkek eşitliği masumiyetinin arkasına saklayarak büyük hedeflerine ulaşmada attıkları en önemli adımlardan biridir. İstanbul Sözleşmesi, “kadın”ı koruma odaklı masumiyetin altında aileyi yok etmek ve insanı cinsiyetsizleştirerek kadın ve erkek fıtratlarını yok etme odaklı şemsiye bir tasarımdır.
İstanbul Sözleşmesi, devletlerin ve milletlerin baskı altına alınarak küresel şeytani akla, yasama ve yürütme üzerinden mecbur bırakılma girişimidir.
Şu bir gerçektir ki Pandemi süreci batı uygarlığının insan ve toplum modellemesinin tamamen bittiğinin ilanı olmuştur. Dolayısı ile son yüzyılda batı uygarlığının felsefi olarak belirlediği ve hukuk olarak norm haline getirdiği ve de devletleri ve milletleri uyum sağlamaya mecbur bıraktığı bu politikalar artık sadece Batı'nın kendi tercihidir. Dünyaya, insanlığa dayatılamaz.
Kadını ve erkeği fıtratından uzaklaştırarak mutluluğu tüketen Batı'nın dili ile bu topraklarda yasama ve yürütme üzerinde baskı oluşturmaya çalışanlar, oturun oturduğunuz yerde!
Türkiye, insan temel hak ve hürriyetleri, insan doğasının korunması, çocuk hakları, kadın hakları -ki kadın haklarına yönelik ihlallerin elbette ki farkındayız- aile hukuku ve hakları başlıklarında sahip olduğu medeniyetini şekillendiren esaslar, tarihsel medeniyet birikimi ve zamanın ruhunu ve aklını idrak ederek bütün bu başlıklarda hem yerel normlarını hem de evrensel normları üretecek bir merkezdir.
Batı'nın karşısında yenilgi psikolojisi olan komplekslilerin İstanbul sözleşmesi üzerinden dışa vuran halleri ile PKK’nın Suriye kuzeyinde dayattığı faşizan model aslında her iki aklında aynı merkezden yönetildiğini gösteriyor. Kadın hakları temelinde yaşadığımız bütün problemleri masaya yatırmalıyız. Kendi değerlerimiz üzerinden normlar oluşturup bunu hukuka dönüştürecek aklımız da var gücümüzde var. İstanbul Sözleşmesi'nin cinsiyetsiz insan dayatmasına bu milletin kökten itirazı vardır. Çöken batı uygarlığının ülkemizde bugüne kadar yasama üzerinden ve yürütme üzerinden norm haline getirilmiş ne kadar kanuni düzenleme var ise Türkiye tümünü yeni baştan düşünmek araştırmak ve de sorgulamak zorundadır. Unutulmasın ki, tarihi benzeyenler değil, benzemeyenler farklı kılar. Unutulmasın ki, Batı yenildiği Türklere benzeyerek Batı olmadı. Batı, yenildiği Türklere benzemeyerek Batı oldu.
Batı’ya benzeyerek modern olacağını sananların hali ortadadır. Ne modern olmuşlardır, ne Anadolu’lu, ne de Batılı olabilmişlerdir. Olageldikleri hal sadece mankurtlaşmaktan ibaret ucube bir haldir. Hem bu toprakların ruhuna yabancılaşmışlardır, hem de zihnen ve bedenen Batı’ya köle olmuş esir ruhlar haline dönüşmüşlerdir.
İstanbul Sözleşmesi amaç kısmından başlamak üzere her haliyle kirli bir sözleşmedir ve bu kirli sözleşmenin tatilatlarla düzeltilme şansı yoktur. Kökten kaldırılıp tarihin çöplüğüne atılması elzemdir.