Muhterem Kardeşlerim…
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü Teâlâ’nın çok merhametli olduğunu bildiren Âyet-i Kerimeler, azap âyetleridir. Allahü Teâlâ, kulları yanmasın diye, bir emri defalarca bildiriyor, “Yapmayın, böyle yaparsanız şöyle azap çekersiniz” demek suretiyle ikaz ediyor.
Efendim;
Herkes imtihandadır. Bu imtihanda, Allahü Teâlâ önceden her şeyi bildiriyor. Bunu soracağım, cevabı da budur diyor. Yani, öyle bir imtihan ki, sorular ve cevaplar belli, kitaplara bakmak, kopya çekmek, istediğine sormak serbest. Buna rağmen bu imtihanı verememek çok acıdır.
Küfre düşmekten korkmayan küfre düşebilir. Çok korkacağız ve bu korku sebebiyle hazırlıklı olacağız. İmtihanda olduğumuzu unutmamalıyız. Dua ederken, imanla ölmeyi ve şehit olmayı muhakkak istemeliyiz.
Eğer dualarımızın kabul olmasını istiyorsak, birinin duasını almamız, birini sevindirmemiz lazımdır. Bir mübarek zata, “Efendim, çocuğumuz çok hasta, şifa bulması için dua eder misiniz?” demişler. O zat, “Şurada fakir biri var, önce onu sevindirin, sonra gelin” buyurmuş. Fakir sevindirildikten sonra yapılan duayla, çocuk sıhhatine kavuşmuş. Demek ki, Allahü Teâlâ’nın duamızı kabul edip bizi sevmesi için, O’nun kullarını sevindirmek gerekiyor.
Bir bölgede yağmur yağmıyordu, kuraklık çok sıkıntı vermeye başlamıştı. Herkes yağmur yağması için dua ediyorsa da; yağmur yağmıyordu. Evliyadan bir zat, ne yapacağını şaşıran insanlara dedi ki:
— Bunun çaresi vardır. Sebeplerine yapışmadan yağmur yağmaz.
— Aman hocam, çaresi ne ise söyleyin! Şu felaketten bir an önce kurtulalım.
— Vermeden istemek olmaz. Allah için de, vermeden istemek olmaz. Benim bu cübbemden başka bir şeyim yok, ben cübbemi veriyorum, herkes bir şeyler getirsin.
Bunun üzerine herkes verebileceği şeyleri getirip ortaya koydu, çok şey yığıldı. Bu mübarek zat, birkaç kişinin bunları, bölgedeki fakirlere dağıtmasını istedi. Oradakiler hepsini fakir fukaraya dağıtıp geri gelince, mübarek zat şöyle dua etti:
— Ya Rabbi, Kullarını sevindirenlerin dualarını kabul edeceğini bildiriyorsun, biz de senin fakir kullarını sevindirdik, sen de yağmur ihsan edip, bizleri sevindir!
Bunun üzerine yağmur başladı. Sonra mübarek zat dedi ki:
— İşte gördüğünüz gibi, sadaka vermeyenin, insanları sevindirmeyenin duası kabul olmaz.
Biz misafiriz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bu dünya imtihan yeridir. Gelip geçicidir. Tohum ekme yeridir. Hasat biçilmesi ahirettedir. Onun için “Dünya ahiretin tarlasıdır” buyuruluyor. Bu dünyada devamlı huzur, rahat arayan ahmaktır. Bu dünyada, Cenab-ı Hakkın ahirette vaad ettiklerini arayanlar, Allahü Teâlâ’nın Cennette vereceklerini isteyenler yanılırlar; çünkü Peygamber Efendimiz, “Dünya, müminin zindanı, kâfirin Cennetidir” buyuruyor. Müminin zindanı demek, müminler dünyada sıkıntı çekecek demektir; çünkü hapishanede olan sıkıntı çeker. Sabredeceğiz, şükredeceğiz. Rabbimizin bizi af ve mağfiret edeceğini; merhametiyle, lütfu ile bize Cennetini ihsan edeceğini ümit ediyoruz, onu istiyoruz. Vereceğine de inanıyoruz, zerre kadar şüphemiz yoktur; çünkü Cenab-ı Hak, “Kulum beni nasıl zannederse, onu öyle karşılarım” buyuruyor. Cenneti istemeyenler, alay edenler de var. Onlar da öyle istiyor. Allahü Teâlâ, istemeyene Cenneti verir mi?
Her işimiz, her yaptığımız, her hareketimiz imtihandır. İmtihanda duyulan heyecan, yaşarken duyulmazsa, emir ve yasaklara dikkat edilmezse, dine uymada gevşeklik olursa, diğer taraf sıkıntılı olur. İşte, imtihana çekileceğimizi unutmamalı, agâh yani uyanık olmalı, gafletten kurtulmalı. Mesela, helalinden kazanmak, helal lokma yemek, dinimize uygun olarak evlenmek, iş kurarken, iş bozarken, Rabbim bundan razı mı, değil mi diye düşünmek, hep agâh olmaktır.
İnsan birinin evindeyken daima ev sahibiyle yaşar. Mesela, İmam-ı Rabbani hazretlerinin evinde olsaydık, o anda nasıl o mübarek zatı unuturuz ki? Bu mümkün mü? Her tarafta o mübarek zat var; çünkü onların evi. Orada oturuyor, orada konuşuyor. Yani onların evinde, onların yanında, başka bir şey akla gelmez ki. İnsan nasıl o mübarek zatın evinde olur da, kendisini meyhanede, kendisini sokakta zannedebilir. Olacak iş değildir.
İşte bunun gibi, bütün kâinat da Rabbimizindir. Her an O’nun nimetlerini yiyoruz. Her an O’nun durdurmasıyla hayattayız. Her an bizi konuşturan, işittiren, yürüten, besleyen hep O’dur. Her an bizi görüyor, her an bizi işitiyor. O’nunlayız. Peki, insan Rabbimizin bize ihsan ettiği mekânda yaşar da, nasıl nimet sahibinden gâfil olur? Nasıl O’nu unutur?
Allahü Teâlâ’yı unutmamak, O’nu her an hatırlamak Müslümanlıktır. Kısmen de Müslümanlık olmaz. Camide Müslümanlık, sokakta canavarlık olmaz. Bütün kâinat O’nundur. Biz misafiriz. Allahü Teâlâ’yı unutmazsak, neyi hatırlarsak o şekilde ölürüz.
Peygamber Efendimiz, “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz” buyuruyor.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)