Okan Bayülgen, Filistin konusunda son dönemde artan yaratıcı protesto eylemlerini, soykırıma karşı neler yapılması gerektiğini ve politik doğruculuk hakkındaki düşüncelerini AA Stratejik Analiz'e anlattı.

Soru: Filistin konusunda sanatçıların yaratıcı protesto eylemlerinde bulunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Okan Bayülgen: Sanatçıların Filistin konusunda yaptıkları protestolar özellikle bunun yasaklandığı kırmızı halıda ya da filan törenlerde, filan toplantılarda, bu konuda, bu konuya dikkat etmek için yaptıkları hareketler tabii ki çok güzel tabii ki çok yaratıcı. Ama bu protestolar genelde sanatçıyı takdir etmemize yarıyor. Özne teşkil etmiyor Filistin burada. Sanatçı özne oluyor. Aslında Türkiye'de ve dünyada bu konuda yapılanları tabii ki kutluyorum ve çok ilginç buluyorum. Ama bir araya gelinmesi lazım. Asıl yapılması gerekenin peşine düşelim. Tek tek sanatçılara "Aferin, ne kadar duyarlıymış, zaten ben de onu çok beğenirim" diyeceğimiz yerde, özne hep Filistin olsun.

"Yaşasın Filistin, kahrolsun soykırım diye bağırmalıyız"

Soru: Peki bunu nasıl yapacağız? Filistin konusunda bir duyarlılık ve bilinç inşa etmenin yolu nedir?

Okan Bayülgen: İnsanları "Evet çocuklar ölüyor" diye bir anda ajite edip, bir anda hüzne boğup bir anda öfkelendirerek aldığımız şey Twitter ya da Instagram üzerinden yeniden gönderimler. Bunun Filistin’e de bir yararı yok, kimseye bir yararı yok. Milyonlarca kez tekrar aynı fotoğrafı yollasak kimseye bir yararı olmayacak.

Mesele orada tabii çocukların ölmesi, ama asıl mesele çocukların ölmesine neden olan, yıllardır bitmeyen ve bir kangren halinde bugün yaşamakta olduğumuz ve böyle giderse de yarın ölmeyen çocuklar, büyüdükten sonra yaşayan İsrailli çocuklarla yaşayan Filistinli çocuklar arasında sadece o coğrafyada değil, başka coğrafyalarda da bitmeyen bir zulme dönüşecek olması.

Zaten geçmişte de öyle oldu. Bu çocukların ebeveynleri de çocuktular. O çocuklar da Filistin meselesiyle büyüdüler. Onların anne babaları da bu meseleyle büyüdüler. İşte sorun bu.

Dolayısıyla, evet. Hayatını kaybetmiş bir çocuğun fotoğrafı çok etkileyici, çok öfkelendirici, çok üzücü ama asıl mesele Filistin meselesi. Eğer bu konuda kendi insanımızı, birbirimizi bilinçlendireceksek "Filistin sorunu" üzerinden bilinçlendirelim.

"Çocuklar yaşasın!" diye bağırmak tabii ki çok güzel tabii ki gerekli, tabii ki bir işe yarayacaktır. Ama biz "Yaşasın Filistin!" diye bağırmalıyız. "Yaşasın Filistin!" ve "Kahrolsun soykırım!" diye bağırmalıyız. O zaman işte bir işe yarıyor yaptığımız şey, sadece bir soykırımı kastetmiyoruz o zaman. "Kahrolsun soykırım, bu bir daha olmasın" dediğimiz zaman şu anda bu soykırımı gerçekleştirenlerin uğradığı soykırıma da karşı çıkıyoruz.

Ama bunun adresi sokaklar. Bunun adresi evler, rahat ortamlarımızda tekrar tekrar bir yeniden gönderim değil. Bunun yolu sosyal medyadan bilinçlenmek değil. Bunun yolu en azından gazete okumak en azından. Bunu dijitalde de yapabilirsiniz, gazete okuyabilirsiniz. Bunun yolu zaten şu anda bu konuyla ilgili yapılan belgeleri izlemek, belgeselleri, haberleri izlemek. Bu konuda duyarlılık böyle bir şey.

Biraz önce koyduğu bir "bu tatilde ne kadar çok eğleniyoruz" fotoğrafının ardından "kahrolsun soykırım" fotoğrafı ne kadar tutarlıdır ki aslında? Hiç değil. Sosyal medya doğru adres değil. Kimsenin bir anda öfkesini dindirecek ve biraz önce bahsederken şimdi tamamen o konuyu unutacak bir hareket içerisinde olmasını istemiyoruz. Gerçekten bir hareket içerisinde olmasını istiyoruz.

"Protestonun yeri sokaklar, toplantılar, gösteriler"

Soru: Peki soykırımı protesto etmenin en doğru yolu nedir sizce?

Okan Bayülgen: Bence sosyal medya doğru mecra, doğru alan, doğru toplanma yeri değil. Orada insanları rahat ettiriyoruz. Onların vicdanlarını rahatlatmasını sağlıyoruz. Nasıl sağlıyoruz? Zaten çok dolaşımda olan bir fotoğrafı tekrar göndererek, telefonu açıp çocuk ölümlerine ya da bir slogana saniyeler içerisinde öfkelenerek ve saniyeler içerisinde acı hissederek. Ama yine saniyeler içerisinde bunu tekrar göndererek telefonu kapatan bir insan için Filistin meselesi bitmiş oluyor. Onu yaşamıyor, sürdürmüyor.

Peki nasıl sürdürülebilir bu? Bir toplum bir konunun peşine nasıl düşer? Ortak bir anlayış, ortak bir ses nasıl yaratılır? Bunun yaratılacağı yer sosyal medya değil. Bunun yaratılacağı yer sokaklar. Bunun yaratılacağı yer toplantılar. Bunun yaratılacağı yer gösteriler.

Bugün ben de bir sanatçı olarak buradan bir çağrıda bulunabilirim. Hiçbir siyasi görüş ayırt etmeksizin bütün sivil toplum kuruluşları ve bütün partiler, hepsi aslında ortak ve açık bir çağrı yapmalı. Sokaklara çıkılması lazım. Belli noktalarda açık ya da kapalı salonlarda buluşulması lazım. Ben zaten davet edildiğim yerlere gidiyorum bu konuda. Gitmeye de devam edeceğim. Çünkü sosyal medyada herhangi bir fotoğrafı yeniden göndermek yerine, asıl orda bulunmamın bir değeri olacağını anlıyorum.

Sonra, Filistin'in Türkiye’de partiler üstü bir durum olması lazım. Tek bir görüşün bu konuyu sahipleniyor gibi olmaması lazım. Bu konuda filanca partinin filanca adreste yaptığı yürüyüşe katılmak, toplantıya katılmak, konferansa katılmak değil, herkesi bir araya getirecek bir organizasyon olması lazım.

O yüzden de farklı partiler bu konuda görüş birliğinde olmalı. Bir kereliğine bir açıklama yapmak değil, en önemlisi zaten bu konuyu hep gündemde tutmak. Herkes bu konuda çok duyarlı ama duyarlılıklarını gösterecekleri bir adres önermek lazım. Dolayısıyla sosyal medyada şu adreste buluşuyoruz, şu adreste isyanımızı haykırıyoruz, şu adreste bu konuyla ilgili konuşuyoruz şeklinde duyurulmalı.

Bu hem biz büyükler için önemli hem de çocuklarımıza dünyada olanlara seyirci kalmamanın ne demek olduğunu göstereceksek ilk önce bunun bir acı fotoğrafını tekrar göndermekle sınırlı kalmayacağını göstermemiz lazım. Sadece Instagram’da ya da Twitter’da herhangi bir şeyi "re-post" ederek bitmiyor bu iş.

Çocuklarımıza da ebeveynlerinin ya da ebeveynlerinin ebeveynlerinin daha önce sokaklarda Filistin konusunda nasıl bağırıp çağırdıklarını gösterelim. Filistin eskiden beri sol bir meseleydi ülkemizde. Bugün bir sol parti sahip çıkmıyor, başka bir parti sahip çıkıyor. Niye, partiler üstü olması gerekmez mi? Solcuların bu konuda konuşması, bağırıp çağırması gerekmez mi? Onların her gün bir şeyler yapması gerekmez mi? Zaten sağın ya da solun olduğu bir konu değil bu. Hep birlikte karşı çıkılması gerekiyor ve bu konuda duyarlılığı ve siyasi bilinci de yeni nesillere göstermemiz gerekiyor.

Soru: Böylesi bir dönemde sanatçılar ne yapabilir?

Okan Bayülgen: Şimdi sanatçı duyarlılığına geldiğimiz zaman da sanatçıların tek tek kimi kreatif hareketler yapması, bütün dünyada büyük organizasyonlarda bu konuyla ilgili protestolara izin verilmediği yerlerde, ABD’de ve Avrupa’da bir sanatçının kreatif bir şekilde, ilginç bir şekilde protestosunu göstermesi bana sorarsanız büyük bir işe yaramıyor. Kimseyi de bilinçlendirmeye yaramıyor. Sadece o sanatçıyı tebrik etmemize yarıyor. Orada bizi Filistin meselesine göndermiyor o hareket. O kişinin ne kadar ilginç, hoş bir şey yaptığına götürüyor ve o zaman biz Filistin meselesini düşünmüyoruz. Çocukları düşünmüyoruz. Ölen insanları, soykırımı düşünmüyoruz. O sanatçıya "Aferin!" diyoruz. Burada bitiyor.

Dolayısıyla, sanatçının ödevi nedir? Sanatçı eğer diliyorsa bir yürüyüşe katılabilir, diliyorsa bir organizasyona katılır, diliyorsa herkesle birlikte bağırıp çağırır bir vatandaş olarak. Eğer burada bir sanatçı olarak davranmak istiyorsa kendi sanatının yollarıyla bunu yapar.

Mutlaka sanatçılar kendilerini tavır almak zorunda hissediyorlar. Ama bu zorundalık diğer insanlardan farklı değil. Ve sanatçının ödevi sanatını icra etmektir. Sanatı yoluyla, sanatının imkanlarıyla anlatmaktır; fırçası, gitarı, sahnesi, ya da notalarıyla. O zaman sanatçı özgür iradesiyle bu konuda sesini çıkaracaktır mutlaka. Ama biz onun üzerinde baskı yapamayız. "Ey sanatçı, bak şu sanatçı konuşuyor sen niye konuşmuyorsun?" diyemeyiz. Bu konuda sanatçıyı linç etmeye de kalkışmamalıyız. Bu onların özgür iradesi.

"Sanatçılar otosansürle davranıyor"

Soru: Sanatçılar kültür endüstrisinin sansürüne mi maruz kalıyor?

Okan Bayülgen: Bütün sanatçılar bir otosansürle davranıyorlar. Eğer kendileri bunun bilincinde değillerse onların yapım şirketleri veya menajerleri devreye girip bunu yapıyorlar. Sanatçı sürekli havadan sudan bahsetmek zorunda kalıyor. Ya da kendi hikayesini anlatmaya çalışıyor; kendi hikayesini anlatmak derdinde. Bir süre sonra bütün toplumun göz önünde olan sanatçılara baktığınızda ne kadar içi boş konuştuklarını görebilirsiniz. Çünkü onlar tembihlidir bu konuda. Ya menajerleri ya yapım şirketleri. Son oynadıkları filmin son oynadıkları dizinin yapım şirketi bu konuda bunları tembihlerler. Ve siz de bu sanatçılara bakıp şöyle düşünürsünüz: "Ya bunların hepsi mi gerizekalı? Hiçbir konuda düşünmezler mi bunlar? Sadece kendilerinden, aşklarından, tatillerinden mi söz ederler?"

"Sanatçılar korkmamalı"

Soru: Sanatçılar Filistin konusunda siyasi bir duruş sergilemekten mi çekiniyorlar?

Okan Bayülgen: Bu konuda niye endişe edilsin ki? "Yaşasın Filistin dersem siyasi bir davranışta bulunmuş olurum. Çocuklar ölmesin dersem insani bir davranışta bulunurum." Bu ne saçma bir şey. Zaten siyasi bir davranışta bulunmak insanidir. O yüzden insanlar siyasi davranışlarda bulunurlar.

"Yaşasın Filistin" demek ayrıca da ne kadar siyasi olabilir. Bu konuda endişe edecek ne vardır? Ben katıldığım bir gecede yumruğumu kaldırıp "Yaşasın Filistin" dedim. Çocuklar demedim. Çocuklar dememe gerek yoktu zaten. Zaten o çocuklar büyümüş çocuklar, büyüyecek olan çocuklar, hiçbir zaman büyüyemeyecek olan çocuklar, Filistin dediğiniz zaman. Ve aslında, sanatçılar da ya da toplum önündeki insanlar da böyle bir konuda ses çıkardıkları ve protesto ettikleri zaman endişelenmelerine de gerek yok. Bu onlara bir siyasi kimlik getirmiyor.

Tarih boyunca yazarların, ressamların, müzisyenlerin soykırımı protestosu onlara bir siyasi kimlik giydirmedi. Bundan korkmamalı sanatçılar. Korkmalarına da gerek yok. Çünkü biz onların zaten işleriyle, ürünleriyle, seslerini duyurduklarını, protesto ettiklerini biliyoruz. Ve sanatçılar için zaten uygun bir giysi değildir siyasi giysi. Çünkü bugün bunu protesto edersiniz, bu siyasi görüşün yanında bunu yaparsınız yarın bir başka siyasi görüşün yanında olabilirsiniz. Sanatçılardan biz parti militanı olmalarını, herhangi bir görüşün militanlığını yapmalarını, onun savunucusu olmalarını ısrarla beklemiyoruz zaten. Ha, kendisi arzu ederse evet, ama onun dışında sanatçı sesini çıkarabilir. Bu da toplumun bu konuda nasıl bir araya gelebildiğini gösteriyor. Biz Gazze konusunda hepimiz bir aradayız.

Picasso'nun İspanya İç Savaşı'nda yaptığı meşhur tablosu aslında Picasso’ya bir siyasi kıyafet giydirmedi. Ama o resim bir siyasi protesto olarak tarihe geçti. Hem siyasi tarihe hem resim tarihine geçti.

Soru: Batılı ülkelerde Filistin yanlısı protestoların baskılanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Okan Bayülgen: Aslında evet bir soykırım yüzünden konuşma yasağı getirmek yeni bir soykırımdan söz etme yasağı getirmek anlamına geldi. Yani bu da yeni soykırımlar yaratacak. Çünkü insanlar öfkeleniyorlar.

İşte burada sağduyu ve bilinç önemli. Bu yüzden Filistin’le ilgili bilinçlendirmek önemli.

Türkiye'de serin hava birkaç hafta daha etkisini sürdürecek Türkiye'de serin hava birkaç hafta daha etkisini sürdürecek

Soru: Politik doğruculuk bir çözüm mü?

Okan Bayülgen: Politik doğruculuk aslında bir toplum içerisinde en azından sözel olarak kimi kesimlerin aşağılanmasını ya da yok sayılmasını engellemek ve insanların birbirlerini bu konuda uyarması meselesidir. Ve bir süre sonra bu bir dil yasağı, bir konuşma biçimi yasağı haline gelir. Daha terbiyeli olmaya değil, daha duyarsız olmaya doğru bir itiliştir bu topyekun. Ve zaten bu konuda uyarıldı insanlar; yani birisinin toplumsal kuralları bir arada yaşama kurallarının bu kadar peşine düşmesi, bu konunun polisliğini yapması, bu konunun jandarmalığını yapması aslında kendisinin o toplum içerisinde bir yer edinme çabasından başka bir şey değil. Dolayısıyla ben böyle görüyorum politik doğruculuğu ve insanlığın başına bir bela olarak görüyorum.

Politik doğruculuk dediğimiz şey politik iki yüzlülük aslında. Maalesef çocuklarımız bu iki yüzlülüğe alıştırılıyorlar. Onların da bugün ebeveynlerini politik doğruculukla uyardıklarını görüyoruz; işte "şöyle deme, böyle deme, şöyle isimlendirme, burada bunu söyleme" diye ebeveynlerini uyarıyorlar. Ama ebeveynlerinin de onlara, "O zaman sen de bu iki yüzlülüğe alışma, gerçekten hangi konuda ses çıkarılması gerektiğini hangi konuda susulmaması gerektiğini öğren" demesi gerekiyor.

Aslında dünyada önemli düşünürler, sosyal araştırmalar yapan insanlar daha 2000’lerin başından beri bütün dünyayı yazdıklarıyla çizdikleriyle uyarmaya başladılar. Ben, örnekse bir yazar, oyuncu olarak sahneye koyduğum oyunda bundan söz ediyorum. Bu politik doğruculuğun, bir yandan dünyadaki bütün bu zulme geçit verirken bir yandan iç soğutmasının, vicdan rahatlatmasının, "bakın ben ne kadar demokratım" derken bir yandan bütün bu mezalimi yaratan sistemin içinde güle oynaya bayıla bayıla yaşamaya devam edip işini kaybetmemek için ses çıkarmamanın, orada uygun olmadığı için ses çıkarmamanın aslında nasıl riyakarca bir şey olduğundan söz ediyorum. O zaman bırakalım bu kibarcık halleri, bırakalım bu demokrat, demokratımsı halleri gerçekten ses çıkarılması gereken konuda korkmadan ses çıkaralım.

Editör: Nedim Atilla